Tarihten Notlar: Stan van den Buys


Aslında bölgenin uzmanı flying dutchman, hem bu konu üzerine bir de yazısı vardı. Ama rastlamışken yazmamak olmazdı, onun blogunda da arayıp bulamayınca ben not düşeyim dedim. İsterse bloguna koyabilir.

Başlıktaki adam yani kahramanımız şu anda Standard Liége'in yardımcı teknik adamlarından Stan van den Buys. Standard Liége 2007-08 sezonunu müthiş bir şekilde tamamlamış ve yıllar sonra şampiyon olmuştu. Van den Buys ise Belçika Ligi Jupiler League'in en çok şampiyonluk kazanan takımı Anderlecht adına hat-trick yapmış bir adam. Hem de bunu Anderlecht forması giymeden başarabilmiş bir futbolcu. 1995-96 sezonunda Germinal Ekeren formasıyla Anderlecht'e 3-2 yenildikleri maçtaki tüm Anderlecht golleri kendisinden gelmiş. Bir başka deyişle maçtaki tüm golleri Germinal Ekerenli topçular atmışlar (Tabii Anderlecht'ten kendi kalesine gol atan kimse olmadıysa).

Tarihten Notlar: Tottenham'ın İlginç İstatistiği


Bu sezon Premier League'de Tottenham Hotspur taraftarının umutlu olması için elinde ilginç bir sebep var. Garip bir şekilde rakamlar bu yıl Tottenham'ın yüksek olasılıkla bir kupa kazanacağını söylüyor.

Kahin falan değiliz elbette ama işin şakası bir yana sonu "1" ile biten sezonlarda Tottenham Hotspur kelimenin tam manasıyla coşuyor. Kulübün tarihinde alt liglerdeki şampiyonlukları saymazsak 25 kupa var. Bunların sonu "1" ile biten sezonlarda geleninin sayısıysa 10. Yani yüzde kırk. Takımın şu anki adı Premier League olan İngiltere en üst ligindeki iki şampiyonluğuna bakalım önce: 1950/51 ve 1960/61. Ardından en başarılı göründükleri kupaya yani FA Cup'a göz atalım. 8 FA Cup şampiyonluğunun 5 tanesi (1901, 1921, 1961, 1981 ve 1991) yine aynı şekilde gelmiş. 1970/71 sezonunun Lig Kupası da Spurs'e gitmiş. 1920/21'de FA Community Shield'i kazanmışlar. 1971'de de 5 kez düzenlenen ve İngiltere Lig Kupası şampiyonuyla İtalya Kupası şampiyonunu karşılaştıran "Anglo-Italian League Cup"ta yüzleri gülmüş.

İstesen denk getiremeyeceğin şekilde hep sonu "1" ile biten sezonları tercih eden Hotspur'un bu durumu tesadüfle mi açıklanır bilemiyorum. Ama bildiğim tek şey İkinci Dünya Savaşından beri kupa alamadıkları sonu "1" ile biten tek sezonun 2001 olduğu.

Tarihten Notlar: Futbolun Meyvesi Gol


Bugünlerde pahalı transferlerle kendini bulmaya çalışan Manchester City, 1937/38 sezonunu ilginç ama hatırlamak istemedikleri bir şekilde tamamlamışlardı. Şimdiki adı Premier League olan İngiltere Birinci Ligini en çok gol atan (80) takım olarak bitirmeleri 1937/38 sezonunu mutlu hatırlamalarına yetmemişti. Nedeni ise şaşırtıcı ama basit: şampiyon Arsenal'den 3 gol fazla attıkları sezonda Manchester City ikinci lige düşmüştü.

Tarihten Notlar: Sağlam Kumaş Wes Brown


Zaman zaman yaptığı hatalarla taraftarını çileden çıkaran Manchester United'lı savunma oyuncusu Wes Brown önemli bir rekorun sahibi olmasıyla İngiliz Milli Takımı tarihine geçmiştir. Wes Brown 28 nisan 1999'da Macaristan ile oynanan milli maçta oynadığında ilk milli maçına en az resmi maçın ardından çıkan oyuncu olmuş. Rakama dökersek, ilk milli maçına çıkmadan Wes Brown'ın Manchester United formasıyla çıktığı maç sayısı sadece 11'miş. Artık bu rekoru o zamanki teknik direktör Kevin Keegan'ın oyuncuya ve Manchester United altyapısına duyduğu güvenle mi açıklarız bilmiyorum ama 12. resmi maçının milli maç olması da bir futbolcu için önemli olsa gerek.

Tarihten Notlar: Dörtte Dört

Ligimizdeki rekabetsizlikten bahsederken en geçerli argümandır sadece 4 şampiyonun çıkması lig tarihinde. Dolayısıyla ligimiz için hayal etmesi bile olanaksız bir durum birazdan bahsedeceğimiz. Yani 4 ayrı kümede de şampiyonluk yaşamak. Gerçi bizdeki lig sistemi farklı ama üç büyüklerin ligden düşüp alt liglerde şampiyonluk kovalamaları kulağa garip geliyor. Trabzonsporun da birinci lige çıktığı günden beri düşmediğini düşünürsek tüm liglerde şampiyon bir takımın çıkması için beşinci bir şampiyon gerek gibi.



Neyse lafı fazla uzatmayalım. Wolverhampton Wanderers ya da kısa adıyla Wolves şu anda Premier League'de mücadele ediyor. Ama tarihleri boyunca İngilizlerin dört liginde de oynamaları bir yana, bu liglerin hepsinde şampiyon olmayı da başarmışlar. Premier League adının telaffuz edilmediği 1950'lerde Birinci Ligi üç kez almışlar: 1953/54, 1957/58 ve 1058/59'da. 1931/32 ve 1976/77'de İkinci Ligde, 1988/89'da Üçüncü Ligde ve bir sene öncesinde 1987/88'de ise Dördüncü Ligde şampiyon olmuşlar. Bu liglerin adları şu anda böyle değil tabii ki. Ama Wolverhampton Wanderers kulübünün tarih boyunca yaşadığı istikrarsızlığı gösteriyordur yine de.



Aslında Wolves bu konuda yalnız da değil. Şu anda Premier League'e çıkma hayali kuran The Championship kulübü Burnley'nin altın çağları epey geride kaldı. Ama onların da iki şampiyonluğu var Birinci Ligde: 1920/21 ve 1959/60. 1897/98 ve 1972/73'de İkinci Ligi, 1981/82'de Üçüncü Ligi ve son olarak 1991/92'de de Dördüncü Ligi alıp kareyi tamamlamışlar.



1958'de şu anki dört ligli sisteme geçildiğinden beri en alt ligden en üst lige şampiyonluk yaşayan üçüncü takım da Preston North End. 1888/89 ve 1889/90 sezonlarındaki lig şampiyonlukları iki asır öncede kalsa da şampiyonluk şampiyonluktur. 1903/04, 1912/13 ve 1950/51 sezonlarında İkinci Ligi, 1970/71 ve 1999/00 sezonlarında Üçüncü Ligi ve 1995/96 sezonunda da Dördüncü Ligi almış Preston North End. Ek bilgi olarak söyleyelim Burnley de ezeli rakipleri. Yani iki takım arasındaki rekabet tüm liglerdeki şampiyonluklarla ayrı bir boyut kazanmış durumda. İlginçtir onlar da şu anda The Championship'de mücadele etmekteler.

Yukarda saydığımız üç takım arasında ise yalnızca birisi dört ligde şampiyon olmanın yanında FA Cup ve Lig Kupasını da kazanabilmiş: Wolverhampton Wanderers. Burnley ve Preston North End'in ise müzelerinde FA Cup var ama tek eksikleri Lig Kupası gibi duruyor.

Tarihten Notlar: Gol Atmayanı Dövüyorlar

Futbol tarihinde sonucu farklı biten çok maç vardır şüphesiz. Ancak Liverpool'un 12 Eylül 1989'da Crystal Palace'ı 9-0 ile geçtiği maçın Premier League tarihindeki yeri ayrı. Bahsi geçen maçta 8 ayrı Liverpool oyuncusu Crystal Palace filelerini havalandırmış. Bir nevi o dönemki Liverpool kadrosunu hatırlamak olacak o günkü golcüleri saymak: Steve Nicol, Steve McMahon, Ian Rush, Kevin Gillespie, Peter Beardsley, John Aldridge (pen), John Barnes ve Glen Hysen. Tabii aralarında iki gol atan bir isim de olması lazım 9 gole ulaşmak için, o da Steve Nicol.

İlginçtir yine Liverpool 1974 yılının Kupa Galipleri Kupası ilk turunda Norveç'in Stromsgodset takımını 11-0 yenerken de tam 9 farklı oyuncusu gol atmış. Bu da sanırım bir Avrupa Kupası rekoru olarak tarihe geçmiş.

Araştırma Dosyası: Avrupa Şampiyonası Tarihinde Hakemler

euro 2008 de hep yakındığımız gibi yine hakem gönderemediğimiz bir turnuva olmuştu hatırlarsanız. euro 2008'e hakem gönderen 12 ülkeye göz atalım önce. ardından da daha önceki 12 turnuvanın 7 tanesinde hangi ülkelerin hakemleri yer almış ve hangi ülkeler kaçar kez temsil edilmişler ona bakalım.

euro 2008 hakemleri

Herbert Fandel (Almanya) (1964- )
Konrad Plautz (Avusturya) (1964- )
Frank de Bleeckere (Belçika) (1966- )
Pieter Vink (Hollanda) (1967- )
Howard Webb (İngiltere) (1971- )
Manuel Enrique Mejuto Gonzalez (İspanya) (1965- )
Peter Frojdfeldt (İsveç) (1963- )
Massimo Busacca (İsviçre) (1969- )
Roberto Rosetti (İtalya) (1967- )
Tom Henning Ovrebo (Norveç) (1966- )
Lubos Michel (Slovakya) (1968- )
Kyros Vassaras (Yunanistan) (1966- )

listedeki 12 isimden en yaşlısı 45 yaşındaki isveçli hakem peter frojdfeldt iken en genç hakemse 37 yaşındaki ingiliz hakem howard webb olacak. görünen o ki şampiyonadaki hakemlerin büyük kısmı yaşları gereği bir daha böylesi bir organizasyonda düdük çalamayacaklar.



turnuvaya hekem gönderen 12 federasyondan hakemini yalnız yollayanları da var elbette. elemelerde aynı grupta olduğumuz norveç milli takımı yok mesela avrupa şampiyonasında ama hakemleri tom henning ovrebo görev alacak. aynı şekilde ingilizler, belçikalılar ve slovaklar da hakemleriyle temsil edilecekler. bizim gibi hakem göndermeyip turnuvaya katılan ülkeler olarak ise çek cumhuriyeti, portekiz, fransa, rusya, hırvatistan, romanya ve polonya'yı görüyoruz. fakat bu ülkelerin hepsi bizim gibi uzun zamandır hakemsiz değiller turnuvalarda. son 4 şampiyonanın üçüne katılmamıza karşın 1980'de hilmi ok 1996'da ahmet çakar'ı gönderebilmişiz maç yönetmeleri için bu turnuvaya.

1980-2004 arasında toplam 80 ülke katılma hakkı elde etmişler. 1996'dan itibaren turnuvaya katılım 16 ülkeye çıkarılmıştı, bahsedecğimiz önceki 4 turnuvadaysa sadece 8 takım katılıyordu avrupa şampiyonasına. öncelikle kimler kaç kez katılmışlar 1980'den beri ona bakalım:

7 kez
almanya (1980, 1984 ve 1988'de batı almanya olarak)

6 kez
danimarka, hollanda, ingiltere, ispanya

5 kez
fransa, italya

4 kez
çek cumhuriyeti (1980'de çekoslavakya olarak), portekiz, rusya (1988'de sscb ve 1992'de bdt olarak)

3 kez
belçika, isveç, romanya

2 kez
bulgaristan, hırvatistan, iskoçya, isviçre, türkiye, yugoslavya, yunanistan

1 kez
irlanda cumhuriyeti, letonya, norveç, slovenya

batı almanya, çekoslavakya, sscb ve bdt gibi şu anda yer almayan ülkeleri saymazsak 24 ayrı ülkenin katıldığını görüyoruz son 7 şampiyonaya. özellikle 1996'dan itibaren takım sayısının artmasıyla daha önce bu turnuvaya katılamamış bulgaristan, isviçre, türkiye, norveç, slovenya ve letonya gibi ülkeler de avrupa şampiyonasında boy göstermiş oldular.

-Tıp Fakültesi'nden yarışma sunuculuğuna. Bugünlerde farklı tartışmaların içinde gördüğümüz Ahmet Çakar'ın parlak hakemlik kariyerini hatırlayan var mı?-

şimdi de gelin, bahsettiğimiz turnuvalarda hangi ülkelerin hakemleri daha çok yer almış ona bakalım. bir fikir vermesi açısından baştan belirtelim son 7 turnuvada görev alan orta hakem sayısı 103. ayrıca bazı turnuvalarda aynı ülkenin iki hakemi de görev aldığı için haliyle bazı ülkelerde yediden fazla hakem çıkması normal karşılanmalı.

11 kez
almanya (1980, 1984 ve 1988'de 3 kez doğu almanya, 3 kez de batı almanya adına)

9 kez
italya

7 kez
fransa, ingiltere, ispanya, isviçre

6 kez
avusturya, hollanda, isveç

5 kez
danimarka, iskoçya, portekiz

4 kez
belçika, rusya (1984'te sscb ve 1992'de bdt adına)

3 kez
macaristan

2 kez
çek cumhuriyeti (1984'te çekoslavakya adına), romanya, türkiye

1 kez
belarus, bulgaristan, mısır*, norveç, slovakya

çekoslavakya'yı çek cumhuriyeti altında değerlendirmek ne derece doğru olur bilemem ama sonuçta 23 ayrı ülkeden hakemin 1980-2004 arasında görev aldığını görüyoruz. hırvatistan, yugoslavya ve yunanistan bizden de kötü durumdalar. çünkü 2 kez katıldıkları turnuvada en azından 1980 sonrasında hakemleri yok. aynı şekilde irlanda cumhuriyeti, letonya ve slovenya da turnuvaya 1 kez de olsa katılmalarına karşın hakem yollayamamışlar. bu ülkelerden yunanistan kyros vassaras ile makus talihini yenmiş olacak bir bakıma.

-2004 Portekiz-Yunanistan finalinin hakemi Dr. Markus Merk'i hakemliği bıraktığı için euro 2008'de göremedik, ama almanlar yine hakemsiz kalmamışa benziyorlar-

tam tersine, turnuvaya katılmadığı halde nerdeyse her turnuvada hakemi yer alan bir ülke ise ev sahiplerinden avusturya. tabii ki geçmişte yakaladıkları başarıları çok fazla ve biz sadece 1980-2004 arasını inceliyoruz. avusturya milli takımı bu süreçte avrupa şampiyonasında yok ama 6 kez hakemlerini yollamışlar. macaristan 3 kez hakem göndermiş ama 1980'den beri turnuvada yok. aynı şekilde belarus, slovakya ve ilginçtir mısır* da hakemleriyle temsil edilen ülkeler olmuş. sadece 2 kez bu turnuvada yer alan ülkelerden isviçre 7, iskoçya da 5 kez hakem göndererek en karlı ülkeler arasında önlerdeler.

yıllardır söylemekten usanmadığımız bir gerçek büyük turnuvalara hakem gönderemediğimiz. ancak yukarda yansıtmaya çalıştığım tabloya göre milli takım-hakem başarısı açısından dengeli ülkelerdeniz. hani her turnuvaya katılsak, ama hiçbir hakemimiz çağrılmasa sorunun temelinde hakemlik kurumu yatar diyenlerin eline bir koz geçecek ama durum da onu göstermiyor ki.

* 2000 yılında belçika ve hollanda'nın ortaklaşa gerçekleştirdiği 11. avrupa şampiyonasında mısırlı hakem gamal al-ghandour da düdük çalmıştı.

Emekli Edilen Formalar #3 José Luis Carranza
























Bu seride bahsedeceğimiz oyuncuların çoğu futbol hayatı devam ederken hayata veda eden oyuncular. Dolayısıyla çok genç yaşta kulüpleri tarafından formalaraı emekli edilen isimlere rastlayacağız. Bu şüphesiz ki futbolun üzücü tarafı. Bir de futbolun vefalı tarafı var ki o da kariyerinde uzun yıllarını geçirdiği kulübü tarafından onurlandırılan futbolcuları işaret ediyor. İşte onlardan biri Perulu orta saha oyuncusu José Luis Carranza.

1964 yılında dünyaya gelen Carranza, ülkesinin en başarılı futbol kulübü olan Universitario de Deportes altyapısında futbola başladı. 1985 yılında A takıma yükselen oyuncu ilk kez 1986 yılında Bolivya temsilcisi Club Bolivar karşısında sahaya çıktı ve 2004'te futbolu bırakana kadar da tabir-i caizse formayı kimselere bırakmadı.

Universitario de Deportes formasıyla 1987, 1990, 1992, 1993, 1998, 1999 ve 2000 yıllarında 7 kez şampiyonluk sevinci yaşayan defansif orta saha oyuncusu 19 yıl boyunca 600 civarında maçta kulübünün formasını giymiştir. Ayrıca, tam bir istikrar sembolü olarak bazı kişisel rekorlara da imza atmıştır. Peru'nun en önemli derbisi olan Universitario de Deportes-Alianza Lima maçlarında en çok forma giyen oyuncu olmasının yanı sıra Güney Amerika futbolunun en önemli kulüplerarası turnuvası olan Copa Libertadores'de tam 10 ayrı sezonda yer almıştır. Copa Libertadores'de oynadığı 51 maç onu kulüp tarihinde bu kupada en çok sahaya çıkan oyuncu yapmaktadır.

Kariyeri boyunca pek çok takıdan teklif almasına karşın kulübüne olan sadakati ağır basan Carranza, Peru Milli Takımı'nın formasını ilk kez 1988'de giymiştir. 1989, 1991, 1993 ve 1995'te arka arkaya 4 Copa América kadrosunda yer alan oyuncu 1997'de milli formayı son kez giymiştir. Toplam 55 milli maçta 1 gol kaydeden Carranza, genelde forvet veya ofansif orta saha oyuncularının popüler olduğu bir dönemde oynamasına rağmen kulüp tarihinin en önemli isimleri arasına girmiştir. 2004 yılında 40 yaşında futbolu bırakan oyuncu için bir sene sonra Güney Amerikalı yıldızların sahne aldığı bir jübile düzenlenmiştir.

Universitario de Deportes kulübü de tüm kariyerini bu kulüp adına geçiren oyuncusunun 22 numaralı formasını emekli ederek Carranza'nın futbol tarihine geçmesini sağlamışlardır.

Tarihten Notlar: Üç İhtimalli Takım


şu anda olsa iddaa nasıl bir oran verirdi millwall maçlarına diye düşünüyor insan. şu anda adı birinci lig olan ama ingiltere'de üçüncü lige tekabül eden ligde mesai yapan millwall 35 sezon önce ikinci ligi zor rastlanır bir simetriyle tamamlamış: 42 maç sonunda 14 galibiyet, 14 beraberlik, 14 mağlubiyetle gelen 42 puan, atılan ve yenen gol 51.

Futbol Kulüpleri #2 Aston Villa

ingilizler, futbolun modern yapisinin olusumunda kendilerini her zaman oncu gorurler. futbola benzer bazi oyunlarin gecmişte oynandigina dair bulgulara rastlasak da günümüzdeki futbola şekil verenler arasında ingilizlerin öncü olduğu gerçeğini inkar etmemek gerekir. hal böyle olunca, dünyanın en eski kulüpleri arasında da ingiliz kulüpleri yer almaktadır.

birazdan tarihine göz atacağımız ingiliz kulübü ise pek çok futbolseverin adını duyduğu bir futbol takımına sahip. ama bu takımın, bir önceki yüzyılın başında hatta 1800'lerin sonunda ingiltere'nin en güçlü takımlarından biri olduğunu herhalde pek az kişi bilmektedir.

trabzonspor gibi bordo-mavi renklere sahip olan aston villa, 1874 yılında kurulmuş bir kulüp. yani, ingilizlerin de en eskilerinden. kısa sürede ülkenin en iyi takımlarından biri olarak isimlerini duyurmuşlar ve 1888'de başlayan ligin de kurucu takımlarından. hatta, ligin kurulmasında ön ayak eden kulübün de aston villa olduğu yazılıp çizilir muhtelif yerlerde . kulübün o zamanki başkanı william mcgregor, ingiltere 1. ligi'nin de kurucusudur. dolayısıyla, ingiltere futbol tarihinde aston villa'nın en çok sezon oynayan ikinci takım olması (105 sezon en üst liglerde yer alan everton'ı 98 sezonla takip ediyorlar) şaşırtıcı değil. bir başka deyişle, ingiltere'de en çok oynanan lig maçı aston villa-everton maçı oluyor.

1894 yılında ilk şampiyonluk gelmiş. ama öncesinde 1887'de prestijli fa cup'ı kazanma başarısını da göstermişler. "the villans", 1887'de kupaya uzanırken efsanevi oyuncuları archie hunter da fa cup'da her turda gol atma başarısını gösteren ilk oyuncu olmuş. 20. yüzyıla gelene kadar altın bir çağ yakalayan takım ise, 1890'lar boyunca tam 5 kez ligi, 2 kez de fa cup'ı müzesine götürmüş. 1890'ların en iyisi olduklarını söylersek herhalde yanılmış olmayız.


1900'lere de fena bir giriş yapmamışlar ve 1905'de fa cup'ı, 1910'da da lig şampiyonluğunu kazanmışlar. bu şampiyonluk tam 71 sene bekleyecekleri 7. şampiyonluk öncesindeki son şampiyonlukları olmuş. bu şampiyonluğun ardından kulüp tarihinin en büyük başarısı da gecikmeyecekti, biraz sonra değineceğiz.

pek çok kişi yüz yıldan fazla bir süre önce bu başarıları yaşayan aston villa'ya dudak bükebilir. o zamanki futbolun şimdikinden çok farklı olduğunu tahmin etmek güç değilse de sonuçta o devrin en güçlü takımlarından birine sahip oldukları gerçeği değişmeyecektir. nasıl, bundan 50 sene sonra daha az başarı kazanan bir manchester united izleyecekse futbolseverler, bu durumun 1990'lardaki manchester united hegemonyasını değiştirmemesi gerekirse, 1900'lerin başında da aston villa'nın en büyük kulüplerden biri olduğunu yadsıyamayız.

dünya savaşları, futbolda profesyonelleşme falan derken aston villa da daha fazla kulübün rekabete dahil olmasıyla eski gücünden uzaklaşmış neticede. ikinci lige dahi düştükleri zamanlar olmuş, hatta üçüncü lige bile. ama toparlanamayan ve alt liglerde kalan bir takım olmamışlar ülkenin ikinci büyük şehri birmingham'ın en güçlü takımı olmanın da etkisiyle.

1970'lerde ingilizler yavaş yavaş kulüp bazında avrupa kupalarına ağırlık koyarlarken, aston villa da 1975 ve 1977'de lig kupası'nı kazanarak ısınmaya başlamış. hatta 1977'deki lig kupası şampiyonluğu'nun ardından golcüleri andy gray de profesyonel futbolcular birliği tarafından yılın futbolcusu seçilmeyi başarmış. bu ödüle sonrasında ulaşan diğer villa oyuncuları da 1990'da david platt ve 1993'te paul mcgrath olmuşlar. aston villa tarihindeki efsane oyunculardan söz ederken tarihi boyunca ingiliz milli takımına en çok oyuncu gönderen takımın da aston villa olduğunu eklemek gerekir (66 ayrı oyuncu).

derken 1980'ler 71 yıldır beklenen şampiyonlukla birlikte gelir. 1980/81 sezonunda mutlu sona ulaşan takımın bu başarısını takip eden yılda gelen şampiyon kulüpler kupası şampiyonluğu izler. orta sahada kaptan dennis mortimer ve gordon cowans, forvette de peter withe gibi yıldızlardan oluşan takım, finalde bayern munchen'i tek golle geçer. peter withe'ın attığı gol 26 mayıs 1982 tarihinde avrupa futbolunun en büyüğü olarak aston villa'yı tescil etmektedir. birmingham temsilcisi bu kupayı kazanan 4. ingiliz takımı olur (liverpool, manchester united ve nottingham forest'tan sonra) ve hala daha 5. bir ingiliz takımı çıkmamıştır bu kupayı müzesine götüren. aynı zamanda aston villa bayern munchen'ı finalde yenen ilk takım olma onuruna da erişir.



bu büyük başarının ardından geçen 25 yılda ise aston villa açıkçası ne uzayan ne kısalan ama her daim en üst ligde kendine yer bulan bir takım kimliğine sahip oldu. bu arada da, 1992'den bu yana premier league adını alan ingiltere'nin en üst liginde 15 sezondur mücadele eden 7 takımdan biri olmayı başardı (manchester united, arsenal, liverpool, chelsea, tottenham hotspur ve everton ile birlikte). bir başka deyişle, ligin en iyi baş altı takımlarından birisi konumundalar. geçen sezon sonu itibariyle de premier league'in tüm zamanlar puan tablosunda 6. sırayı kapmış bulunmaktalar, bu süre zarfında ligde yer alan 40 takım arasında. ayrıca, 7 kez ligi, 7 kez fa cup'ı, 5 kez lig kupası'nı, 1 kez şampiyon kulüpler kupası'nı (şu anki şampiyonlar ligi'ni), 1 kez süper kupa'yı, 1 kez charity shield kupası'nı, 1 kez de inter-toto kupası'nı kazanarak ingiliz takımları arasında en başarılı 4. takım olmayı da başarmışlar. bu kupalar ve tarihleri de aşağıda yer alıyor:

lig şampiyonluğu 7 kez (1893/94, 1895/96, 1896/97, 1898/99, 1899/00, 1909/10, 1980/81)
fa cup 7 kez (1887, 1895, 1897, 1905, 1913, 1920, 1957)
lig kupası 5 kez (1961, 1975, 1977, 1994, 1996)
şampiyonlar ligi 1 kez (1981/82)
süper kupa 1 kez (1982)
charity shield 1 kez (1981)
inter-toto 1 kez (2001)

sonuç olarak, 134 yıllık tarihine önemli başarılar sığdırmış olan bu büyük kulübün bir önemli özelliği de ilk kez britanya veya irlanda dışından bir hocayı göreve getiren birinci lig takımı olması. 1990 dünya kupası'nda çeyrek final oynayan ve şampiyon almanya'ya tek golle boyun eğen çekoslavakya milli takımı'nın hocası jozef venglos'u kupa sonrasında teknik direktörlüğe getirmişti aston villa. gerçi 1 sezon sonra venglos fenerbahçe'ye gidecekti ama yine de bir ilki ingiliz futboluna sunan da aston villa oldu.

dünyanın en eski futbol ligi'nin kuruluşuna sebep olan aston villa, lig tarihinde pek çok büyük futbolcuyu da kadrosunda bulundurdu. 2006 yılında taraftarların oylarıyla kulübün şöhretler müzesi'ne (hall of fame) girme hak kazanan 12 isim şunlardı: william mcgregor, george ramsay, trevor ford, eric houghton, peter mcparland, charlie aitken, brian little, ron saunders, peter withe, dennis mortimer, gordon cowans, paul mcgrath.


kulüp, şu günlerde ise martin o'neill'in menajerliğinde eski başarılarını yakalamaya uğraşıyor. işe, hiç değilse bir şampiyonlar ligi bileti kaparak başlayabilirler.

Araştırma Dosyası: Finale Yabancısız Çıkanlar

futbolda kulüplerin son yıllarda yabancıya ne kadar çok yöneldiklerini vurgulamak için bir araştırma yapmış ve şampiyonlar ligi tarihinde finalde mücadele eden takımların sahaya kaç tane yabancı oyuncuyla çıktıklarından bahsetmiştim. gerçi bu yazının ardından ayrıntılı bir analiz yapmayı planlarken zamansızlıktan şu anda bu konuyla ilgili başka bir araştırma yapalım diye düşündüm. bu yazının konusu şampiyon kulüpler kupası tarihinde final maçına çıkardıkları onbirde hiç yabancıya yer vermeyen takımlar. burda iki kıstası belirteyim hemen. birincisi, çifte pasaportu olan oyuncular eğer oynadıkları takımın temsil ettiği ülkenin de vatandaşıysalar yerli olarak değerlendirildiler. yine de atlamamaya çalışarak en altta belirttim bu oyuncuları. ikincisi de özellikle ingiliz takımlarını etkileyecek bir durum. iskoç, galli veya irlandalı oyuncular dışında tamamen ingilizlerden kurulu da olsalar bu takımları değerlendirmeye almadım ama yine en altta onlara da değindim.

işte 1955/56 sezonunda başlayan şampiyon kulüpler kupası boyunca finale yabancısız çıkan takımlar (koyu renkli olanlar şampiyon takımları göstermektedir):

1955/56 Real Madrid (İsp) *
1955/56 Stade Reims (Fra)
1958/59 Stade Reims (Fra)
1959/60 Eintracht Frankfurt (Alm)
1960/61 Benfica (Por)
1961/62 Benfica (Por)
1961/62 Real Madrid (İsp) **
1962/63 Benfica (Por)
1964/65 Benfica (Por)
1965/66 Real Madrid (İsp)
1965/66 FK Partizan (Yug)
1966/67 Celtic (İsk)
1966/67 Internazionale (İta)
1967/68 Benfica (Por)
1969/70 Celtic (İsk)
1970/71 Panathinaikos FC (Yun)
1978/79 Malmö FF (İsv)
1981/82 Bayern Munich (Alm)
1985/86 FC Steaua Bucharest (Rom)
1988/89 FC Steaua Bucharest (Rom)

tabloya şöyle bir bakarsak ilk gördüğümüz yabancıya rağbet edilen yılın -finaller baz alındığında- 1971 sonrası olması. aslında 1970lerde finallerde hollanda, alman ve ingiliz takımlarının egemenliği vardı. hollanda takımları derken ajax'ı kast ediyoruz ve ajax'ın kadrosu da genelde hollandalılardan kurulu olsa da en az bir yabancı içermiş üst üste 3 finalde. almanlar zaten danimarka, belçika, isveç gibi ülkelerden oyunculara yönelmişlerdi. bu ülkelerin yıldızları güçlü alman takımlarında oynamayı tercih etmeye başlamışlardı bir başka deyişle. ingilizlere de birazdan değineceğiz.

sahaya yerlilerle çıkan 20 finalistin 6 tanesi gülebilmiş sadece. hatta 1967'de celtic kupayı müzesine götürdükten sonra bunu başaran sadece steaua bucharest olmuş 1986'da. 1989'da bir kez daha denemişler ama ac milan'ın en sağlam anına denk gelmişlerdi. bir daha da steaua bucharest gibi yabancısız sahaya çıkan olmamış, bundan sonra da herhalde olmaz.

benfica 5 kez finale yabancısız çıkıp 2 kez de bu finalleri kazanarak incelememizde özel bir yere oturan takım olmuş. 1961-68 arasındaki 8 finalin 5 tanesinde yer alan efsane kadrodaki tüm ilk onbir oyuncuları portekizliymiş.

benfica gibi iki kez kupayı yabancısız kazanan (ilkini aşağıda açıklayacağız) real madrid bir kez de finalde kaybetmiş yerli kadrosuyla.

toplamda 5 kez portekiz, 3 kez ispanyol, 2'şer kez fransız, alman, iskoç, rumen 1'er kez de yugoslav, italyan, yunan ve isveç takımları sahaya sadece kendi ülkelerinden oyunculardan kurulu kadroyla çıkmışlar. ancak sadece almanlar bu alanda iki ayrı takımla yer almışlar: eintracht frankfurt ve bayern munich.

1956, 1962, 1966 ve 1967 finallerinin de iki finalistin de yabancısız sahaya çıktığı finaller olduğunu ekleyelim yeri gelmişken.

gelelim ingilizlere. 1968'de manchester united ilk kez kupayı kazanırken ilk onbirinde 7 ingiliz, 2 irlandalı, 1 de iskoç ve kuzey irlandalı oyuncu varmış. 1975'de bayern munich'e 2-0 ile kaybeden leeds united ise daha da karma bir britanya takımı olarak çıkmış sahaya: 5 iskoç, 4 ingiliz, 1 irlandalı ve galli ile. 1977'de liverpool onbiri 9 ingizin yanındaki galli ve irlandalıdan oluşurken aynı takım 1978 ve 1981'de 8 ingiliz ve 3 iskoç ile finali kazanmış. ingiliz-iskoç dayanışması 1979 ve 1980 yıllarında nottingham forest'a da yaramış ve ilk finalinde 3, ikincisindeyse 4 iskoçla sahaya çıkan nottingham forest kupaya uzanmış. 1982'de bu formülü son olarak aston villa işletmiş ve yine 8 ingiliz-3 iskoçlu onbiriyle bayern munich'i geçip şampiyon olmuş.

* 1956 finalinde real madrid onbirindeki alfredo di stéfano arjantin-ispanya çifte pasaportuna sahipti.
** 1962 finalinde real madrid onbirindeki oyunculardan josé santamaria uruguay-ispanya, alfredo di stéfano arjantin-ispanya ve ferenc puskas macaristan-ispanya pasaportuna sahipti.

Efsane Kadrolar #2 Hırvatistan 1998


1990'ların ilk yarısının dünyada olduğu gibi futbolda yarattığı büyük etki şüphesiz Doğu Blokunun dağılmasıydı. Sonrasında oluşan yeni dünya düzeninin neler getirdiği herkesin hayat görüşüne göre farklı cevaplar bulan bir soru olacaktır. Bana kalırsa günümüzde sıkça dile getirilen endüstriyel futbolun en temel figürlerinden biri olan transfer olgusuna, Avrupa Birliği'nin genişlemesi etkisi yaratması ve sonrasında yabancı oyuncu sayılarının artması şeklinde bir yansıması olmuştur sosyalizmin çöküşünün.

Serinin bugünkü konuğu da dağılan ülkelerden Yugoslavya'nın sporda en güçlü uluslarından olmayı başaran Hırvatistan. Sırbistan'ın ardından eski Yugoslav Cumhuriyetlerinin en büyüğü olan Hırvatistan, aslında 1992 Barselona Olimpiyat Oyunları'nda Rüya Takım'ın ardından ikinci olarak erkekler basketbolunda gümüş madalya kazanmıştı. Sonrasındaki sürece de bakarsak dağılmanın etkilerini en kısa sürede aşan tarafın onlar olduğunu söylemek mümkün olacaktır. Zirveye çıktıkları yer ise şüphesiz Fransa 98 Dünya Kupasıydı.

Aslında pek çok ülkenin belli dönemlerine damgasını vuran altın jenerasyonlarına güzel bir örnekti Hırvatistan'ın kadrosu. 1980 sonlarında o zamanki Yugoslavya'nın genç ve ümit milli takımlarında kendilerine yer bulan yetenekli gençler Yugoslavya Liginin güçlü takımlarında top koşturuyorlar ve açıkçası Dinamo Kiev özelinde Sovyet ile Steaua Bucharest özelinde Rumen meslektaşlarının yaşadıklarını yaşıyorlardı: Avrupa'nın devlerinin iştahını kabartma ama ülkelerindeki rejimin de etkisiyle yurt dışına çıkma özgürlüğünden mahrumiyet.

Hırvat futbolunun dev takımlarından Hajduk Split o dönemde yetenekli kuşağın genç isimlerine fazlasıyla sahipti ve Yugoslav Liginde zirve mücadelesi veriyordu. Igor Stimac, Slaven Bilic, Aljosa Asanovic, Ardian Kozniku ve Robert Jarni gibi isimlere sahip olan kulübün en büyük rakibi ise tabii ki Dinamo Zagreb idi. Drazen Ladic, Davor Suker, Zvonimir Boban, Zvonimir Soldo ve Krunoslav Jurcic gibi oyuncular da Zagreb ekibindeydiler. Fakat yine Dinamo Zagreb'de tek bir sezon oynayan Almanya doğumlu süper yeteneklere sahip orta saha oyuncusu Robert Prosinecki gibi az sayıda Hırvat futbolcu da Sırp takımlarında oynuyordu. Genç yıldız Prosinecki'nin yanı sıra savunma oyuncusu Goran Juric de ülke dağıldığında Kızılyıldız kadrosundaydı.

Bu futbolcuların bir kısmı Yugoslavya Milli Takımında da şans bulmaya başlamışlardı. Özellikle orta sahada yeteneğiyle dikkatleri üzerine çeken Prosinecki milli takıma en çok çağrılan isimdi. Robert Jarni, Drazen Ladic, Mario Stanic, Goran Juric, Aljosa Asanovic, Davor Suker ve Zvonimir Boban da Yugoslavya'nın son dönemlerinde milli formayı giyen diğer Hırvat oyunculardı. Yugoslavya'nın dağılmasıyla bu oyunculara olan talep de ister istemez etkisini gösterecekti. Bir anda büyük liglerde ve en önemli kulüplerde Hırvat oyuncuları gördü futbolseverler. Futbolseverler için daha önce sadece adını duydukları veya Avrupa Kupası maçlarında görebildikleri yıldız adayları artık tüm sezon karşılarındaydı. Bu jenerasyondan Yugoslavya sınırları dışına ilk çıkan yaşça da en büyüklerinden olan Asanovic oldu. Yetenekli orta saha oyuncusu 1990 yılında Fransız ekiplerinden Metz'deydi. Onu hemen her kulübün istediği 2 orta saha yıldızı takip edecekti: 1991 yılında Prosinecki Real Madrid'e giderken Zvonimir Boban da dönemin en güçlü kadrosunu tamamlayacak ve AC Milanlı olacaktı. Uzun yıllar boyunca ülkesinin gol makinası olacak olan Davor Suker de aynı sene Sevilla'nın yolunu tutuyor ve dünya futbolunda ismini duyuran bir diğer Hırvat oluyordu. Benzer şekilde Goran Juric Celta Vigo'ya, Robert Jarni de Bari'ye transfer olduklarında yıl 1991'di ve Yugoslavya'nın dağılmasıyla çıkan iç savaş sonucunda daha birçok oyuncu yurt dışına çıkacaktı.

Hırvatistan Milli Takımı ise bu oyuncuların iskeletini oluşturduğu kadro ile 1996 Avrupa Futbol Şampiyonasında İngiltere'de çeyrek final görürken sonrasında şampiyonluğu kazanacak olan Almanlara pek çok kişiye göre daha iyi oynayan taraf olmalarına karşın eleniyorlardı. Belki de bu deneyim onları sadece 2 sene sonra dünya futbolunda bir üst noktaya taşıyacaktı.

Yukarda ismi geçen oyuncuların önemli bir kısmının Dinamo Zagreb'den hocası olan Miroslav Blazevic önderliğinde 1998 Dünya Kupası elemelerinde 1. Grupta Danimarka, Yunanistan, Bosna-Hersek ve Slovenya ile eşleştikleri ilginç bir grupta mücadele ediyorlardı. Gruptaki 5 takımın 3 tanesi eski Yugoslavya'yı oluşturan ülkelerdi ve içlerinde en güçlüsünün Hırvatistan olduğu açıktı. Grubun diğer güçlü temsilcisi Danimarka ile çekişecekleri düşünülen Hırvatlar ilk maçta Bosna-Hersek deplasmanında 4-1 ile rahat bir galibiyet almışlardı. Arkasından kendi evlerinde Yunanistan, Danimarka ve Slovenya'yı yenemeyerek avantaj kaybeder gibi görünseler de arka arkaya gelen Yunanistan ve Bosna-Hersek galibiyetleri onları potada tutacaktı. Zorlu Danimarka deplasmanında Laudrup kardeşleri durduramayınca alınan 3-1'lik yenilgi sonunda son maçlara girerken 16 puanlı Danimarka ve 13 puanlı Yunanistan'ın arkasına düşmüşlerdi. Bu iki takım kozlarını Atina'da paylaşırken komşu Slovenya'da galibiyete ihtiyaç duyan Hırvatlar 3-1'lik bir sonuçla istediklerini alacaklardı. Atina'da gol sesi çıkmıyor ve Danimarka grup lideri olarak doğrudan finallere giderken Yunanistan'ı geçen Hırvatlar baraj maçı oynamaya hak kazanıyorlardı. Ukrayna ile yapılan baraj maçlarında alınan 2-0 ve 1-1'lik sonuçlar Hırvatistan için bir ilk demekti: Fransa yolcusuydular.

Takımın en önemli isimlerinden Alen Boksic'in sakatlığı ise turnuva öncesi moralleri bozan en önemli ayrıntıydı. Kariyerine başladığı Hajduk Split'teki muhteşem performansıyla Yugoslavya Milli Takımına seçilmeyi genç yaşta başaran Hırvatlardan olan Boksic, sonrasında Marseille adına oynarken kariyeri zirve yapıyordu. Fakat Lazio'lu yıldızın Suker ile birlikte dünya kupasının en iyi forvet hatlarından birini oluşturma hayali sekteye uğrayacaktı. Yine de Hırvatların elinde yeterince iyi bir kadro olduğunu söylemek gerekir.

1994'ten beri takımın başında olan Blazevic'in seçtiği kadrodaki 22 ismin 12 tanesi ülke dışında top oynuyordu. Serie A'dan Aljosa Asanovic (Napoli), Zvonimir Boban (AC Milan) ve Mario Stanic (Parma), La Liga'dan Davor Suker (Real Madrid), Robert Jarni (Real Betis) ve Goran Vlaovic (Valencia), Premier League'den Igor Stimac (Derby County) ve Slaven Bilic (Everton), Bundesliga'dan Zvonimir Soldo (Stuttgart) ve Zoran Mamic (Bochum), Ligue 1'den Ardian Kozniku (Bastia) ile Beşiktaş forması giyen yedek kaleci Marijan Mrmic. Geri kalan oyuncuların çoğunluğuysa Croatia Zagreb (eski adıyla Dinamo Zagreb) forması giyen isimlerdi. Son üç yılın Hırvat Ligi şampiyonu milli takıma 6 isim vermişti.

Herşeye rağmen ilk kez katıldıkları bu en önemli futbol organizasyonunda deneyimsizlik yaşanacağını düşünenler az değildi. Ancak, Arjantin, Japonya ve Jamaika'nın yer aldığı H Grubunda kağıt üzerinde Tangocuların ardından en iyi takım onlardı ve sadece Arjantin'e kaybederek bunu kanıtladılar. İşin ilginci dünya kupasına ilk kez katılan 5 takımın (Yugoslavya'yı da sayarsak) 3 tanesi bu gruptaydı ve bu durumun Hırvatistan'ın işine geldiği çok açıktı. Gerçek sınav ise çok daha zorlu bir rakiple eşleşince yaşanacaktı: G Grubunu İngiltere'nin önünde lider bitiren Romanya.

30 Haziran 1998'de Bordeaux şehrinde iki Balkan ülkesinin maçında ibre kıl payı da olsa Rumenlerden yanaydı. Fakat ilk yarı biterken penaltıdan Suker'in attığı gol rüyanın daha yeni başladığının kanıtıydı adeta. Turnuva başlarken çeyrek finale çıkmaları çok şaşırtıcı görülmese de Hırvatların daha ileri gideceğini düşünen fazla kimse yoktu. Hele ki rakip hep turnuva takımı olarak görülen ve bir önceki turnuvada Hırvatlardan da büyük bir sürprize imza atan Bulgaristan'a tam da aynı yerde, çeyrek finalde elenen Almanya olunca. Fakat Hırvatistan çeyrek final maçında neden orada olduğunu gösteren bir oyun oynadı. Belki Almanya adına turnuva tarihinin en kötü maçıydı: Suker ve arkadaşları net bir galibiyetin altına imza atacaklardı. Jarni, Vlaovic ve Suker'in gollerine karşılık veremeyen Panzerler evin yolunu tutarken Hırvatlar final bileti için ev sahibinin karşısına çıkacaklardı.


İlk finalist son şampiyon Brezilya olmuştu ve pek çok kişi için tabii ki beklenen final Fransa-Brezilya idi. Fakat golsüz geçen ilk yarının ardından ikinci yarıya golle başlayan Suker oluyordu. Golcü futbolcu turnuvadaki 5. golünü Barthez'in koruduğu kaleye atarken Hırvat taraftarlar coşkuluydu. Ancak sevinç sadece 1 dakika sürdü. Fransızların sağ beki Lilian Thuram beraberliği getiren golü hemen atarken kariyerinin en önemli maçını oynadığının işaretini veriyordu. Tam da bu esnade futbolun ilginç yüzü ortaya çıkıyordu. Ülke tarihinin 142 kezle en çok milli formayı giyen oyuncusu olan Thuram milli takımdaki ilk golünü attıktan 20 dakika kadar sonra 2. ve son golünü atacaktı. Bu ev sahibi için yeterliydi ama herkes Zidane'dan gol beklerken Hırvatların Thuram'a yenik düşmesi ise trajikti açıkçası.

Sonrasında üçüncülük maçında Hollanda'yı 2-1 ile geçen Hırvatistan müthiş bir turnuvayı hem tarihinin en büyük başarısıyla kapatıyor hem de 6 gol atan Davor Suker ile gol kralını çıkarıyordu. Tabii ki spor basını tarafından turnuvanın en dikkat çeken takımlarından biri olmalarına yetiyordu bu başarı.

Pek çok altın jenerasyon gibi Hırvatistan da bu başarının ardından bir bocalama yaşadı ve benzeri bir başarıyı ilerleyen yıllarda henüz yaşayamadı. Belki Bulgaristan gibi büyük düşüş yaşamadılar ve hep güçlü bir milli takım oldular ama 1998'deki kadro gibi bir kadroyu (ve bu 22 isme Alen Boksic'i de eklemeliyiz) bayağı bir süre yakalamaları zor görünüyor.

Efsane kadroyu oluşturan oyunculara gelirsek turnuva sonrasında pek çoğu çok göze batan performanslar sergilemediler. Kaleci Ladic zaten kariyerinin nerdeyse tamamını geçirdiği Dinamo Zagreb'de futbolu bıraktı 2000 yılında. Savunmanın yıldızları Stimac ve Bilic Premier League'de biraz daha top koşturdular ve kariyerlerinin son senesini Hajduk Split'te geçirerek futbolu bıraktılar. Asanovic 2 sezon boyunca Panathinaikos'da yeteneklerini sergiledi ve sonrasında birkaç takım gezerek kariyerini sonlandırdı. Turnuva sırasında zaten ülkesine dönmüş olan altın çocuk Prosinecki ise kısa bir süre yurt dışında şansını tekrar denedi. Zvonimir Soldo 2006 yılına kadar Stuttgart'ın değişmez oyuncusuydu. Mario Stanic Parma ve Chelsea'da önemli bir rol oyuncusu oldu ama kaliteli isimlerin olduğu bu takımlarda istikrarlı şekilde oynayamadı. Dönemin en iyi sol beklerinden Jarni o sezon Real Madrid'e transfer oldu ama tek bir sezon oynadıktan sonra Las Palmas yolunu tuttu. 1999'da Real Madrid'den giden bir diğer isim olan Davor Suker ise Arsenal'deki tek sezonda çok da kötü bir performans göstermedi belki ama dünya kupası öncesi Suker olmadığı belliydi. Boban 3 sezon daha Milan'da top koşturdu. Goran Vlaovic, Valencia ve Panathinaikos günlerinde daha çok yedek kulübesindeydi ama kalitesini birkaç sene daha milli takımda sergiledi. Kadronun genç isimlerinden Dario Simic kariyerinin başında bu kupada 7 maçın 6'sında oynama başarısıyla 1999'da Internazionale'ye transfer olacaktı. 2002'ye kadar burda kalan başarılı savunmacı sonrasında 6 sezon da AC Milan forması için mücadele edecekti. 2008'e kadar milli takımda oynayan ve tam 100 maça çıkarak rekor kıran Simic de bu sezon başında futbolu bırakıyordu. Dünya Kupası sırasında henüz 20 yaşında olan Igor Tudor ise kupa sonrası 8 sezon Juventus forması giyiyor, fakat 2008'de 30 yaşında futbol hayatına son veriyordu. O da Simic gibi ülke tarihinin gelmiş geçmiş en iyi savunma oyuncularından olarak hatırlanmaktadır.

Kim ne derse desin 1998 yazında bir ay boyunca futbollarının doruk noktasına çıkan Hırvatistan kadrosu dünya futbol tarihinin en dikkat çekici jenerasyonlarından birine sahipti. Belki istikrarlı şekilde pek çok turnuva geçiremediler ama 1990'ların ikinci yarısında pek çok futbolseverin ezbere saydığı bir kadro olduklarını söyleyebiliriz.

Bayrak Adamlar #2 Adolf Bechtold

Tüm kariyerini aynı takım adına geçiren oyuncular serisinde sırada Adolf Bechtold var. Her ne kadar çok başarılı bir futbol kariyeri olmasa ve muhtemelen Eintracht Frankfurt taraftarları dışında pek fazla kişinin bilmediği biri olsa da Bechtold'un yirmi yıla yakın bir süreyi aynı kulüpte geçirmesi takdire şayan görünüyor.

1926 yılında dünyaya gelen Bechtold, 1938 yılında Almanların ünlü kulübü Eintracht Frankfurt altyapısına dahil oldu. 4 seneyi altyapıda geçirirken ülkesi tarihin en ağır savaşının baş aktörüydü. O yıllardaki pek çok futbolcu gibi en verimli yılları savaş dönemine denk geldiği için şanssız olarak nitelendirilebilir belki ama 1942'de 16 yaşındayken A takıma yükselmeyi başardı yine de.

1960 yılına kadar 18 sezonu aynı takımda geçiren savunma oyuncusu, o yıllarda Bundesliga olmadığı için daha doğrusu lig şu anki halini almadığından Bundesliga Şampiyonluğu yaşayamadı. Gerçi kayıtlarda 1959 yılının Almanya Şampiyonu olarak Eintracht Frankfurt geçtiği için Bechtold'un hanesine bu şampiyonluğu eklemeliyiz. Zaten o sezonki başarı kulübün Şampiyon Kulüpler Kupası'na katılması anlamına geliyordu ve Eintracht Frankfurt 1959-60 sezonunda bu kupanın finaline yükseliyordu. Günümüzden bakınca, skoruyla Avrupa'nın en büyüğünü belirleyen bir maç için biraz ilginç gelen bu finali kazanan o yılların en güçlü kadrosu Real Madrid oluyordu 7-3 ile. Adolf Bechtold, bu final maçında oynamamıştı ama o sene kupada oynadığı tek maç kariyerindeki yegane uluslararası maç olacaktı. 1960 yılında da futbola son noktayı koymuştu zaten.

Kariyerinde tamamı Eintracht Frankfurt formasıyla olmak üzere 400'ün üzerinde maça çıkan ve kulübüyle 1959'daki şampiyonluğun yanı sıra 1953 ve 1959'da Güney Almanya Şampiyonluğu ve 1946'da Hessen Kupası sevinci yaşayan Bechtold, günümüzde Eintrach Frankfurt'un onursal kaptanıdır.

Sülaleden Futbolcular #2 Manuel Sanchis Martinez-Manuel Sanchis Hontiyuelo



daha önce norveç futboluna pek çok oyuncu sunan flo ailesinden bahsetmiştik. blogun bu yeni formatında bazı serilerimiz olacak ve bunlardan bir tanesi de "football families". serinin şimdiki ayağında ise ispanyol futbolunda önemli yer sahibi iki isimden bahsedeceğiz. başlıkta da yer aldığı gibi manuel sanchis'lerden yani.

yaşıtlarımın çoğunun hatırlayacağı manuel sanchis hontiyuelo'dan başlayalım önce. çocukluğumuzun dominant real madrid kadrosunu oluşturan ve kulübün altyapısından çıkan stoper, akbaba beşlisi (quinta del buitre) diye adlandırılan grubun bir üyesiydi. grup dediysek, 1980'lerin ortasından itibaren real madrid onbirinde kendine yer bulan ve tamamı altyapıdan gelen beş oyuncuya (diğerleri emilio butragueno, martin vazquez, michel ve miguel pardeza) verilen bir isimdi akbaba beşlisi. özellikle pardeza dışındaki oyuncular kulüp tarihinde önemli yerlere geldiler ve en uzun soluklu olanları da yazımızın konusu olan manuel sanchis idi. 1983'te martin vazquez ile birlikte bahsi geçen beş oyuncu arasında real madrid formasını giyen ilk isim oldu ve 2001'de futbolu bırakana kadar da başka forma giymedi. pek çok futbolsever onu 1997/98 ve 1999/00 sezonlarında şampiyonlar ligi kupasının elinde yükseldiği kaptan olarak hatırlayabilir. kariyeri boyunca 500'den fazla lig maçına çıkan manuel sanchis, bir savunma oyuncusu için yüksek sayılacak top tekniği ile de dikkat çekmiş ve bu özelliğini ve kaptanlığı fernando hierro'ya bırakmıştı. real madrid kariyerini yukarda bahsettiğimiz iki şampiyonlar ligi kupası dışında iki uefa kupası (1984/85 ve 1985/86), kıtalararası kupa şampiyonluğu (1998), 8 ispanya şampiyonluğu, 2 kral kupası, 5 ispanya süper kupası, 1 ispanya lig kupası ile tamamlamıştı. ayrıca real madrid'in efsane başkanı ve oyuncusu santiago bernabeu onuruna düzenlenen kupayı da tam 13 kez kazanma başarısı göstermiş ünlü savunmacı.

milli takım kariyeri ise göreli olarak kısa sürmüş manuel sanchis'in. 1986-1992 arasında 48 maça çıkmış ve 1988 avrupa şampiyonası ile 1990 dünya kupası kadrolarında yer almış ülkesinin. 1986 yılında 21 yaşaltı avrupa şampiyonu olan ispanya milli takımında yeraldığını da belirtmek gerek. ayrıca bireysel olarak yakaladığı bir diğer başarı da 1989/90 sezonunda ispanya'da yılın futbolcusu seçilmesi olmuş.

hayatta babadan oğula geçen şeylere kanıt oluştururcasına manuel sanchis martinez de real madrid'de oynayan bir savunmacıymış. oğlu gibi tüm kariyerini real madrid'de geçirmemiş olsa da 1964-1971 arasında 143 lig maçına çıkmış kulüp adına. martinez'in forma giydiği diğer kulüpler de cd condal, valladolid ve cordoba cf. kariyerinin en büyük başarısını 1965/66 sezonunu avrupa şampiyonu olarak tamamlayan real madrid kadrosunda yaşamış, 4 kez lig, 1 kez kral kupası da kariyerindeki diğer başarılar. oğlu kadar olmasa da milli formayı giymiş o da: 1965-67 arasında 11 kez ispanya milli takımında yer bulmuş, hatta 1966 dünya kupasında ispanya milli takımı kadrosunda yer almış. görünen o ki manuel sanchis'ler arasında daha çok göze batanı oğul sanchis olmuş, ama ikisinin de kariyerleri boyunca pek çok başarı yakaladıkları kesin. şampiyonlar ligini kazanan sadece ikinci baba-oğul olmaları da bunun kanıtı herhalde. cesare-paolo maldini'den sonra bunu gerçekleştiren ilk baba-oğul futbolcu olmuş manuel sanchis martinez ve hontiyuelo. bu ikiliye geçen sezon sergio busquets'in barcelona ile şampiyonlar ligini kazanmasıyla carles-sergio busquets'in de eklendiğini belirtelim.

Emekli Edilen Formalar #2 Eddie Moussa

Emekli edilen formalarla ilgili ilk yazıda sıra dışı bir durumdan bahsetmiştik. Mohamed Zidan sadece tek bir sezon oynadığı FC Midtjylland kulübü tarafından gösterdiği performans nedeniyle onurlandırılmıştı. Genelde bir oyuncunun formasının emekli edilmesi o kulüpte uzun yıllar oynamasına veya o kulüp adına çok büyük başarılara ulaşmasına bağlıdır. Fakat son yıllarda futbol sahalarında yaşanan ölümler sonucunda da forması emekli edilen oyuncular görmek futbolun üzücü tarafını yaşatıyor açıkçası.

Bu örnek de 2010 temmuzunda yaşanan bir ölüme dayanıyor. Ancak futbolcunun ölümü futbolla doğrudan alakalı bir şekilde gerçekleşmiyor. Doğrusunu söylemek gerekirse öldürülen bir futbolcu söz konusu: İsveç takımlarından Assyriska'nın forveti Eddie Moussa.

Henüz 26 yaşında cinayete kurban giden futbolcu, futbol hayatı boyunca kısa bir kiralık dönem dışında hep Assyriska forması giymişti. 2001-10 yılları arasında hücuma yönelik orta saha oyuncusu ya da forvet oyuncusu olarak oynadığı kulübünün önemli oyuncularından biriydi. 2006-07 sezonunu kiralık olarak Valsta Syrianska IK kulübünde geçirmişti. Babası Lübnan asıllı ve annesi Suriyeli olduğu için Lübnan Milli Takımı'nda oynama hakkını da elde etmişti. Ancak herhangi bir milli takımda ya da herhangi bir maçta oynamasına engel olacak bir cinayet hayatına mal olacaktı.

Eddie Mouusa ve kardeşi Yaacoub Mouusa'nın ölümüne, bir arkadaşlarının da ağır şekilde yaralanmasına neden olan olay 1 Temmuz 2010 gecesi gerçekleşti. Bir kafe çıkışında görgü tanıklarının ifadesine göre 3 kişinin silahlı saldırısına uğradılar. Olayın Moussa'nın diğer kardeşi Dany Moussa ile ilgili olduğu iddia edilecekti. Dany Moussa, Assyriska kulübünün olduğu Södertalje kentindeki bir çetenin lideriydi. Hal böyle olunca cinayetin bir intikam veya göz korkutma amacıyla işlendiği düşünülebilir. Kesin olan ise henüz 26 yaşındayken yeşil sahalara ve dünyaya veda eden bir futbolcu.

Assyriska kulübü, bu olay sonrasında 18 numaralı formayı başka bir oyuncuya vermeme kararı aldı. Tabii ki cinayete bağlı olarak gelişen bu karar, futbol tarihinde yaşanan en üzücü hadiselerden birinin acısını hafifletmenin çok uzağında olacaktır. Belki emekli edilen bu formayı, 8 sene formalarını giyen bir oyuncunun anısına saygı olarak değerlendirmek gerekecektir.

Tarihten Notlar: Lee Won Pen


üç büyüklerin rekabetinde bozulmamış bir kural vardır. illa ki her sezon içlerinden birinin lehine öyle veya böyle daha çok karar çıkar maçlarda. diğer ikisi de hemen ağız birliği etmişçesine hakem hatalarından dem vurur. kimi zaman ofsayttan atılan bir gol kimi zaman da aleyhine çalınmayan düdükler bahis konusudur. ancak hiçbir şey penaltılar kadar çok konuşulmaz. bize daha penaltı çalınmadı size 7 tane çaındı gibi muhabbetlerle hem başarısızlığa kılıf uydurulur hem de rekabetin gereği yerine getirilir. hoşlansak da hoşlanmasak da ezeli rakiplerle daha çok uğraşılır, orası kesin.

bu yüzden, 1971/72 sezonunda manchester city'nin penaltıdan kaydettiği gollerin ligimizde üç büyüklerden biri tarafından kaydedilmesi durumunda diğer iki büyüğün vereceği tepkiyi tahmin etmek kolay. manchester city o sezonu tam 15 golünü penaltı noktasından bularak tamamlıyor. lig sonundaki yerleri de dördüncülük. rekabetin tavan yaptığı bir sezonu şampiyon derby county'nin 1 puan gerisinde leeds united ve liverpool'un averajla arkasında bitiriyorlar.

tüm penaltı gollerini atansa golcüleri francis lee. sezonu da 35 golle gol kralı olarak tamamlıyor lee. ama 37 yıl önce de benzer muhabbetlerin yapıldığını düşünmemize neden olacak iki lakap kazanıyor bu penaltılarla: önce penaltıların çoğunu kendisi kazandığı için "Lee One Pen", sonra gazeteciler tarafından penaltıların çoğunda kendini yere attığı için "Lee Won Pen".

ingiliz milli takımında da 27 kez oynayan ve kariyerinde 200'ün üzerinde gol olan francis lee, yine de o sezon üzerine yapıştırılan yaftadan kolay kurtulamıyor. yıllar yılı kendini ceza sahasında kolayca yere bırakan oyuncular olunca ilk hatırlanan isimlerden biri de lee oluyor ingiltere'de.

işin ilginci futbolu bıraktıktan sonra iş dünyasına atılan ve milyonları cukkalayan (o zamanki futbolcular şimdikiler kadar kazanmıyordu hatırlayalım) francis lee, 1994'te manchester city'nin başkanı olmuş. göreve gelirken taraftarın coşkusuyla karşılanan eski golcü kulübü 3. lige dek sürükleyince başkanlığı da 4 yıl sürmüş.

bizim futbol camiamızın ne kadar farklı olduğunu anlamak için güzel bir hikaye herhalde francis lee'nin hikayesi. akla ilk gelen muadilleri selçuk yula'nın fenerbahçe veya arif erdem'in galatasaray başkanı olmasıyken aradaki fark daha net anlaşılır.

Futbol Kulüpleri #1 FC Porto

-bu ufak tefek sırp sol açık, sonrasında benfica'ya gitse de hala taraftarın en çok sevdiği oyunculardan biri. sebebiyse jardel başta olmak üzere takım arkadaşlarına yaptığı asistler-

mevzu yeni değil aslında. futbol manyakları desem ve kendimi de dahil etsem bu gruba, sonra da kimsenin alınmamasını istesem öncelikle. evet futbol manyağı olan bir grup insan var, bunun nasıl oluştuğuyla, ortaya nasıl sonuçlar çıkardığıyla ilgili yorum yapmayacağım bu yazıda. sadece şunu söyleyeyim ki galatasaray, fenerbahçe, beşiktaş veya başka bir türk takımını takip etmekle yetinmeyen bir kitleden bahsediyorum. yani, futbolla ilgisi galatasaray-fenerbahçe derbisini tuttuğu takım kazanınca okulda veya işte arkadaşlarını kızdırmakla sınırlı kalan kitle değil.

bazılarına garip gelse de pek çok ligde sempati duyduğu takım olan insanlar genelde bunlar. bazısı olmaz öyle şey diyerek sadece kendi ülkesindeki takıma gönül verdiğini iddia eder. açıkçası benim için de bu yazı dizisinde dile getireceğim takımların hiçbiri galatasaray ile kıyaslanamaz ama pek çoğuna küçüklükten olmak üzere bir sempatimiz de var. kısacası onların galibiyeti ayrı bir sevinç yaratıyor bünyede.

bir de şunu ekleyeyim, futbolda takım seçerken -genelde de yurtdışından bir takımı, yaş ilerlemiş olduğu için- dünya görüşüyle kulübün temsil ettiği kültürün uyuşmasını esas alanlar da var, ben onlardan değilim, onların düşünce tarzına da saygım var ancak bir kulüple ilgili duyduğum bir hikaye neticesinde o kulübe sempati duymaktan çok futbolları sadece futbolları bana güzel geldiği için sempati duymayı seçtim. yoksa dünya üzerinde dünya görüşüme uygun bir takım bulmam zaten olanaklı olmazdı.

-mario jardel'in porto'da geçirdiği 4 yılı özetleyecek tek şey herhalde gol olup yağmak olurdu-

listenin ilk sırasında portekiz'den fc porto var. 2 kez şampiyonlar ligini (1986/87'de şampiyon kulüpler kupası adı altındayken), 1 kez süper kupayı, 2 kez kıtalararası kupayı, 1 kez uefa kupası'nı alan, ayrıca 2 kez süper kupa'da 1 kez de kupa galipleri kupası'nda final oynayan bir takım fc porto. 23 kez portekiz ligini, 17 kez portekiz kupasını ve 15 kez de portekiz süper kupasını almışlar. 1977'den beri sadece 1981/82 ve 2001/02'de yani 2 kez ligi ilk ikinin dışında bitirmişler. benfica ve sporting'in de olduğu bir ligde "ayıp" bir başarı. benim bu takıma sevdalanmamsa hatırladığım ilk şampiyon kulüpler kupası şampiyonu olmaları. çocukken adını yalan-yanlış da olsa duyduğum ilk yabancı takımlar real madrid ile bayern munich idi ve bunlardan bayern'i 1986/87 finalinde 2-1 ile geçip kupayı aldıklarında dikkatimi fazlasıyla çekmişlerdi. özellikle rabah madjer'in skoru eşitleyen jeneriklik golü için bile portolu olunurdu o yaşlarda.

sonrasında 90ların ortaları yatılı okulda geçen yıllardı ve çok fazla bilgiye ulaşmak mümkün değildi futbolla ilgili. o zamanlar fast break ve basket gibi dergiler sayesinde basketbol daha rahat bilgi aldığım bir spordu, özellikle de nba. ancak 1997'de üniversite başlayınca, internet ve bilgisayar oyunlar da sağolsun kim nerde oynuyor, hangi takım neler yapıyor biraz daha takip edebilmeye başladık. işte o dönemde de yine ligi domine eden ve şampiyonlar liginin gediklisi olan fc porto karşımıza çıkıverdi. ljubinko drulovic soldan ortaladı, mario jardel zıplamadan kafayı vurdu, biz sevindik.

-tank lakabının en çok yakıştığı stoperlerden jorge costa, sahaya adımını her atışında elinden gelenin en iyisini yapan tam bir bayrak adamdı-

brezilyalı genç yıldız adaylarının yıldız olabilmek için avrupa'daki ya ilk durağı oluyordu porto ya da en sağlam durağı. brezilya milli takımının roberto carlos öncesindeki efsane sol beki branco 24'ünde gelmişti takıma, 90larda doriva'nın en iyi günleri burda geçti, emerson genç yaşta önce belenenses'de alıştı portekiz'e, ardından porto üzerinden middlesbrough'a geçti. ama en görkemlisi gremio'da gol olup yağan genç brezilyalı jardel oldu. 23 yaşında geldiği takımda 4 sezonda, sadece ligde 130 golü ağlara gönderdi süper mario. yine deco da kariyerinin zirvesine porto'da ulaşıp barcelona yolunu tutmuştu hatırlarsanız. santos'un genç yıldızı diego ribas'ınsa avrupa'da porto'yu seçmesine -henüz 19'undayken- çokları şaşırdı, biz şaşırmadık. o da diğerleri gibi 2 sezon portekiz'de oynayıp büyük bir lige, bundesliga'ya gitti. son olarak 17 yaşaltı turnuvasının yıldızı olduğu 2005 yılında bugünün manchester unitedlısı anderson'u kapan yine porto oluyordu.

altyapıdan oyuncu çıkarmak nasıl bir sistem işiyse, oyuncu işlemek de ayrı bir sistem gerektiriyor futbolda. henüz gelişiminin hızlı olduğu çağlarda aldığınız oyuncuyu, daha da iyi hale getirmek çok önemli ve bizim kulüplerimizin yapması gereken şey de bu: oyuncuyu potansiyeline kavuşturmak. bu bakımdan dünyada porto'dan iyi örnek de çok zor bulunur demek istiyorum.

-ve herşey ahmed hassan'a benzeyen bu cezayirli ile başladı. rabah madjer'in şık topuk golü avrupa arenasında yaşanacak istikrarın müjdecisiydi-

Araştırma Dosyası: Dünya Kupalarının En Genç ve En Yaşlı Gol Kralları


-macarların efsane oyuncularından florian albert 1962 dünya kupası gol krallarından biriydi. 1998'in müthiş hırvatistan takımı davor suker ile gol kralını da çıkarmayı başarmıştı-

1978'de ilk kez dünya şampiyonu olan arjantin, aynı kupada gol kralını da çıkarmıştı. mario kempes 6 golle kupanın en golcü oyuncusu olurken takımının şampiyonluğunda da büyük pay sahibiydi. tabii ki 1978 dünya kupası ile ilgili başka söylentiler de yıllar boyunca dile getirildi ama konumuz şimdilik bu değil.

kupa sırasında valencia'da top koşturan kempes henüz 24 yaşını doldurmamıştı ve dün akşamki maçta da kempes'i görünce aklıma dünya kupaları tarihindeki en genç gol kralı kempes mi sorusu geldi. aslında oyuncuların en verimli oldukları çağ şeklindeki değerlendirmelere bakarak bu sorunun aklıma geldiğini söylemeliyim. ufak bir araştırmayla 1930'dan 2006'ya tüm dünya kupalarının gol krallarının yaşına erişmek mümkün oldu:

1930 Guillermo Stabile (Arjantin) (25 yaş)
1934 Oldrich Nejedly (Çekoslavakya) (25 yaş)
1938 Leonidas (Brezilya) (25 yaş)
1950 Ademir (Brezilya) (28 yaş)
1954 Sandor Kocsis (Macaristan) (25 yaş)
1958 Just Fontaine (Fransa) (25 yaş)
1962 Garrincha (Brezilya) (29 yaş) - Vava (Brezilya) (28 yaş) - Leonel Sanchez (Şili) (26 yaş) - Drazan Jerkovic (Yugoslavya) (26 yaş) - Florian Albert (Macaristan) (21 yaş) - Valentin Ivanov (SSCB) (28 yaş)
1966 Eusébio (Portekiz) (24 yaş)
1970 Gerd Müller (B. Almanya) (25 yaş)
1974 Grzegorz Lato (Polonya) (24 yaş)
1978 Mario Kempes (Arjantin) (24 yaş)
1982 Paolo Rossi (İtalya) (26 yaş)
1986 Gary Lineker (İngiltere) (26 yaş)
1990 Salvatore Schillaci (İtalya) (26 yaş)
1994 Hristo Stoichkov (Bulgaristan) (28 yaş) - Oleg Salenko (Rusya) (25 yaş)
1998 Davor Suker (Hırvatistan) (30 yaş)
2002 Ronaldo (Brezilya) (26 yaş)
2006 Miroslav Klose (Almanya) (28 yaş)

görüldüğü gibi en genç gol kralı ünlü macar futbolcu florian albert. zaten tam 6 oyuncunun krallığı paylaştığı 1962 dünya kupasından bir ismin çıkması şaşırtıcı olmadı. albert henüz 21 yaşındayken dünya kupasında gol kralı olmayı başarmış. öte yandan 30 yaşını aşıp da gol kralı olan tek oyuncu davor suker. onun da malum iç savştan dolayı daha önceki dünya kupalarında oynaması zor olduğundan krallığı 30 yaşına ertelediğini söyleyebiliriz.

en genç ve en yaşlı dışındakilerin hepsinin de 24-29 yaş aralığında olması ayrı bir istatistik olarak önümüzde duruyor. demek ki 2010 dünya kupasında gol kralının 1970'lerde doğan bir golcü olması epey zor gibi.

Efsane Kadrolar #1 SSCB 1988

yasi 25-30 arasinda olanlar icin 1988 avrupa uluslar kupasi'nin onemi suphesiz buyuktur. belki cogunluk icin dogrudurust izlenebilen ilk buyuk kupa oldugundan, ama sanirim daha cok kupayi kazanan hollanda takiminin yildizlarinin sonraki yillarda avrupa ve dunya futbolunda yarattigi etkiden dolayi bu kupanin yeri ayridir.

benim icin de bazi maclarini izledigim 1986 meksika dunya kupasi'ndan sonra neredeyse tamami izlenen ilk buyuk organizasyon olmustu 1988 yilinda bati almanya'da duzenlenen avrupa futbol sampiyonasi. hatta futbolla ilgisi arada bir milli takim maclarini izlemekle sinirli olan babamin kendi neslinin cogunlugu gibi bir hollanda hayrani olmasindan oturu hollanda'ya karsi istemsizce bir antipati beslemistim. aslinda, bu antipatinin nedeni turnuvanin yari finalinde ben heyecanli bir sekilde bati almanya-hollanda macini izlerken, babamin "ne maci var?" diye sorarak gelmesi ve ardindan da sahada oynanan oyuna bakmaksizin "hollanda alir" demesinden ote birsey degildi herhalde. bunun uzerine bati almanya'nin kazanmasini isteyen ben ne yazik ki beklentilerime kavusamamistim. sonrasinda malum finalde sscb'ni de gecerek kupaya uzanmislardi portakallar hem de efsane golculeri marco van basten'in atilan en guzel gollerden birine imza attigi bir final maciyla.

ozellikle takim sporlarinda buyuk disipline sahip olmasiyla taninan sscb, basketbol ve voleybol gibi sporlarda yillarca abd ile buyuk bir rekabete girmis, soguk savas yillarinda her alanda yasanan cekisme spora da bulasmisti.

ancak, su an bahsedecegimiz takim finalin galibi hollanda degil, buruk tarafi sscb. aslinda, grup macinda hollanda'yi yenerek gruptan lider cikan ve finale gelirken pek cok kisinin de favorisi olan taraf onlardi. hala daha o turnuvayi izlemis olan ve futbolla yakindan ilgilenenlerin ezbere sayabilecegi bir kadroya sahiptiler. zaten, yazida soylemek istedigimiz nokta da bu kadronun ilgincligi.

sscb, dagilmadan once 15 cumhuriyet'ten olusan ve herseyin otesinde spor musabakalarinda, hangi dal olursa olsun iddiali olabilen bir ulkeydi, bazi tarihcilerin deyisiyle ise "son imparatorluk". iste bu sscb, spor alanindaki basarilarini, etik olarak tartisilan bazi uygulamalari bir kenara birakirsak, cocuk yasta buldugu gelecegin buyuk yeteneklerini, yeteneklerine uygun branslara yonlendirmeye borcluydu. ancak, ozellikle takim sporlarinda buyuk disipline sahip olmasiyla taninan sscb, basketbol ve voleybol gibi sporlarda yillarca abd ile buyuk bir rekabete girmis, soguk savas yillarinda her alanda yasanan cekisme spora da bulasmisti.

1960'larda efsane kalecileri lev yashin onderliginde avrupa'nin en guclu kadrolarindan birine sahip olan sscb futbol milli takimi, buna benzer kemiklesmis bir kadroyu 1980'lerin ikinci yarisinda tekrar elde edebilecekti. ulke tarihinin yashin'den sonra en buyuk kalecisi kabul edilen rinat dasayev, 1986 france football avrupa'da yilin oyuncusu odulu sahibi igor belanov, yetenekli orta saha oyunculari aleksandr zavarov ve sergei aleinikov ile golculeri oleg protasov gibi oyuncularin basi cektigi, hepsi sistem icinde onemli birer yildiz olan bir kadroya sahip olarak 1988'de bati almanya'ya gelmisti sscb. ancak, bu kadronun ilginc bir ozelligi vardi: 20 kisilik kadrodaki oyuncularin cok azi bugun milli takimlarda oynasalar rusya federasyonu adina oynayabilirlerdi. bir kere, kadrodaki 11 oyuncu o yillarin avrupa'daki en guclu takimlarindan olan dynamo kyiv'de oynuyorlardi. bir baska deyisle, neredeyse dynamo kyiv onbiri de 1988 avrupa futbol sampiyonasi'nda boy gosteriyordu:kalede viktor chanov, defansta volodymyr bessonov, anatoliy demyanenko, oleg kuznetsov ve sergei pavlovich baltacha, orta alanda vasiliy rats, gennadiy litovchenko, alexei mikhailichenko ve aleksandr zavarov ile forvette igor belanov ve oleg protasov. bu oyuncularin hepsinin ukrayna kokenli oldugunu da ayrica belirtmeliyiz, iclerinde macar asilli olan bile vardi (vasiliy rats). hatta bu isimlerden nispeten genc olanlari -kuznetsov, litovchenko, mikhailichenko ve protasov- az da olsa ukrayna milli takimi'nda da oynama firsati buldular ukrayna bagimsizligini kazandiktan sonra.

kadrodaki oyunculardan sadece dordu bugun rus liginde mucadele eden bir takim adina oynuyorlardi turnuva sirasinda. ucu spartak moscow formasi giyen, kaleci rinat dasayev, defans oyuncusu vagiz khidiyatullin ve orta sahada top kosturan victor pasulko, bir de zenit leningrad'in forveti sergey dmitriev. ancak bu isimlerden dasayev ve khidiyatullin tatar asilli idiler, pasulko ise ukrayna'da dogmustu ve moldova asilliydi.

ilk onbirin onemli isimlerinden sergei aleinikov ise belaruslu'ydu ve turnuva sirasinda bugun belarus liginde mucadele eden dinamo minsk formasini giymekteydi.

sozun ozu, kadrodaki isimlerin hemen hepsi sscb'ye bagli rusya disindaki diger cumhuriyetlerden gelme oyunculardi. tipki basketbolda litvanya ekolunden gelen isimlere agirlik verdigi gibi, sscb basari adina futbolda da ukrayna ekolune agirlik vermisti ve kadronun yaridan fazlasi ukrayna asilliydi. ustelik bu cogunluk, ilk onbirin de neredeyse tamamini olusturmaktaydi.

tabii, bu durumun arkasindaki tek nedenin sscb'nin sportif basarilarla propaganda yapmak icin abd ile buyuk bir yarisa girmesi ve bunu gerceklestirmek icin her bransta hangi cumhuriyetten daha fazla yetenek varsa onlardan daha fazla yararlanma yoluna gitmesi oldugunu soylemek haksizlik olacaktir. yukarda saydigimiz takimin basindaki isim olan valeri lobanovskiy gelmis gecmis en buyuk teknik adamlardandi ve kendisi de ukraynali'ydi. dahasi 1970'lerin ortasindan beri dynamo kyiv'i calistirmanin yaninda, bu donemin cogunda sscb'nin futbol milli takimi'nin basindaki adamdi. yani, lobanovskiy hem kulup takiminda hem de milli takimda en cok guvendigi oyunculari secerken ayni isimlere yonelmisti.

sonuc olarak, 1980'ler boyunca buyuk basarilar yakalamis bir dynamo kyiv merkezli sscb milli takimi 1988'de oynadigi final disinda beklenen baska buyuk basarilara da ulasamadi. hatta, finaldeki rakipleri hollanda'nin aksine oyuncularinin cogu kariyerlerinin zirvesini turnuva oncesinde ya da turnuvayi takip eden birkac yil icinde yaptilar. turnuvanin ardindan juventus yolunu tutan zavarov ve bir yil sonra yanina gelen aleinikov'un bu maceralari da cok uzun surmedi ve 1990'da sona erdi. dynamo kyivli yildizlarin geri kalanlari da ya kariyerlerini dynamo kyiv'de surdurduler ya da gittikleri diger takimlarda fazla basarili olamadilar.

Bayrak Adamlar #1 Nilton Santos


futbolseverlerin günümüzde en heyecanla takip ettikleri dönemlerden birinin transfer dönemleri olduğu aşikar. pek çok taraftar, takımının alma olasılığı olan oyuncular için heyecanlanıyor, transfer gerçekleştiğindeyse gelen oyuncuyla ilgili yorumlar başlıyor. buna karşın hatırı sayılır sayıda taraftarın gönlünde yeri ayrı olan ve sayıları fazla olmayan bir grup var: kariyerini hep aynı takımda geçiren futbolcular, yani bayrak adamlar.

futbolun son yıllarını takip edenler için sol bek denince akla gelen ilk isim breziyalı roberto carlos olacaktır şüphesiz. ancak gerek kendi ülkesinde gerek dünya futbolunda gelmiş geçmiş en iyi sol bek denilince roberto carlos'un karşısına dikilen bir oyuncu var: nilton santos. efsane sol bek, tüm kariyeri boyunca sadece iki takımda oynadı, brezilya milli takımı ve ülkesinin en güçlü takımlarından botafogo.

1925 yılında rio de janeiro'da doğan nilton santos, şehrin en önemli takımlarından botafogo'da 1946 yılında profesyonel kariyerine başladı. aynı kulübün altyapısından gelen oyuncu kariyeri boyunca 1948, 1957, 1961 ve 1962 yıllarında eyalet şampiyonluğu kazanan kadronun en önemli isimlerindendi. 1963'te paris uluslararası turnuvasında dünya kulüpler şampiyonu olan kadroda da bir diğer efsane garrincha ile birlikte yer alan nilton santos esas büyük başarısını brezilya milli takımı ile yaşamıştı.

ilk olarak 1949 yılında milli takıma seçilen oyuncu, futbolu bırakana kadar tam 4 dünya kupasında boy gösterdi. 1950 dünya kupasını kendi evinde dramatik bir şekilde uruguay'a karşı kaybeden brezilya milli takımı kadrosunda yer almasına rağmen hiçbir maçta oynamadı. bir başka deyişle, meşhur maracana faciasında kadrodaki oyunculardan biri değildi. 1954 dünya kupasında istediğini elde edemeyen brezilya kadrosunun etkili isimlerinden biri nilton santos'du. fakat santos'un çıkışı dünya futbolunun pelé ile tanıştığı kupa olan 1958 dünya kupası'nda oldu. finalde evsahibi isveç'i 5-2 ile geçen brezilya'nın sol beki ülkesinin kazandığı ilk dünya kupasının onurunu yaşadı. sonrasında 1962'de şili'de başarısını tekrarlayan brezilya'nın en göze batan oyuncusu garincha iken kadronun tecrübeli ismi de nilton santos oluyordu. böylece kariyerini 2 dünya kupası şampiyonluğu ve 1 dünya kupası finaliyle sonlandıran nilton santos, 1949-62 yılları arasında 75 kez milli formayı giyerken 3 de gol kaydedecekti.

oynadığı dönemin savunma oyuncularının aksine hücuma katılmaktan çekinmeyen ve zaman zaman kritik goller bulan bir isim olarak akıllarda kalmıştır efsane oyuncu. pelé tarafından 2004 yılında seçilen yaşayan en iyi 125 futbolcu arasında yer almayı başaran nilton santos'un attığı goller arasında en dikkat çekici olanı 1958 dünya kupasında avusturya'ya karşı attığı goldür.

1946-1964 yılları arasında 700'den fazla maçta botafogo forması giyen efsane sol bekin tüm kariyerini aynı takımda geçirmesi, belki günümüz futbolunun transfer çılgınlığında anlaşılması kolay bir durum değildir. ama botafogo taraftarlarının gönlünde nilton santos'un ayrı bir yeri olduğu tartışılmaz.

Sülaleden Futbolcular #1 Jostein Flo-Tore André Flo-Jarle Flo-Havard Flo


flo ailesinin norveç futboluna sağladığı katkı malum. en meşhurları tore andré flo norveç milli takımının forvetinde 76 maçta forma giymiş ve 23 gol atmıştı. chelsea ve rangers gibi önemli takımlarda forma giymeden önce ülkesinde top koştururken kardeşleri jostein ve jarle ile birlikte oynuyordu. kendisi gibi forvet olan jostein flo da 53 kez milli formayı giymiş, bu maçlarda 11 gol kaydetmişti. jarle'nin ise abisi ve küçük kardeşi kadar meşhur olamamasının müsebbibi stoper oluşu mu bilmiyorum. ancak bu üç kardeş kısa bir süreliğine birlikte sogndal forması giymişlerdi. zaten jarle flo'nun futbolu bıraktığı kulüp de sogndal oldu sonrasında.

1998 dünya kupasında mücadele eden norveç milli takımında tore andré ve jostein dışında kuzenleri havard flo da yer alıyordu. 26 milli maçta 7 gol atan flo da ilginçtir 1993'te üç kuzeniyle beraber sogndal forması giymekteydi. tıpkı şu anda olduğu gibi. havard flo 2001'den beri sogndal adına mücadele ediyor. üstelik takımın şu anki kadrosunda havard flo'nun kuzeni 19 yaşındaki genç oyuncu per egil flo da bulunuyor. bunlara bir de ulrik flo'yu ekleyelim. kabul edelim ki biraz karışık oldu. ama flo ailesi ile sogndal takımı arasında bir ilişki olduğu da aşikar.

pek çok futbolcu çıkaran flo ailesinin yukarda saydığımız en büyük ferdi olan jostein flo ise memleketlerinin takımı stryn'de oynarken 1985'de bryne ile oynanan kupa maçında akrabaları onu yalnız bırakmamışlar. ancak tribünde değil, sahada. sahadaki tüm stryn oyuncularının soyadı flo imiş ve anlaşılacağı üzere aralarında kan bağı varmış.

bu arada saydığımız tüm kuzenlerin de sogndal'da oynamadan önce stryn'de oynadıklarını söylememize bilmem gerek var mı?

Emekli Edilen Formalar #1 Mohamed Zidan


yıllarını bir kulüpte geçiren hatta tüm kariyerini aynı kulüpte geçiren oyuncular futbolu bıraktığında dile getirilen bir durumdur formanın emekliye ayrılması. işin aslı biraz amerikan adeti olsa da yıllarını bir kulüp için geçiren oyuncunun onore edilmesi adına güzel bir durum denebilir. ben de forması emekli edilen futbolculardan bahsedecek bir seriye başlıyorum bu yazıyla. yalnız ilk örneği yukarda değindiğim özelliklere tamamıyla ters bir oyuncudan vermeye karar verdim. aslında ölüm-kalım gibi bir durum oluşmadıkça bir futbolcunun bu kadar kısa süre oynadığı bir kulüpten forması emekliye ayrılmış vaziyette ayrılmasına rastlamak çok zor.

bahsettiğimiz oyuncu başlıkta gördüğünüz üzere mohamed zidan. hani defalarca basınımızın ülkemize transfer ettiği mısır milli takımı forveti. ilk tanındığı yıllarda efsanevi fransız futbolcu zinedine zidane'a olan isim benzerliği ile de dikkatleri çekmiştir muhakkak. şu anda bundesliga'da borussia dortmund için ter döken oyuncunun bundesliga öncesi durağı danimarka ligi yani danish superliga idi. ilk olarak akademisk boldklub forması giymeye başlayan mısırlı forvet burda geçirdiği 4 sezonun ardından fc midtjylland'ın yolunu tutmuştu. zaten hikaye de bu kulüple ilgili. 2003/04 sezonunu bu kulüpte geçiren zidan, oynadığı 47 maçta kaydettiği 30 golle sezonu gol krallarından biri olarak tamamlamıştı.

2003/04 sezonunda danimarka'da bir ilki gerçekleştirerek yeni stadyumunun adını bir sponsora satan ilk kulüp olan fc midtjylland'ın yeni evi mch arena'daki ilk maçları zidan'ın kulüp adına kısa sürede büyük şöhret kazanmasında etkili oldu. stadyumun açılış maçında ab copenhagen karşısında alınan 6-0'lık spektaküler galibiyette 5 gollük bir katkı sağlayan zidan, daha sonra da bu formunu sürdürdü ve sezon sonunda 4 milyon civarı bir bedelle yani rekor transfer ücretiyle werder bremen'e transfer oldu.

fc midtjylland'da kaldığı sadece bir sezon ise mohamed zidan'ın kulüp tarihinde özel bir yer edinmesine yetti de arttı. sonuç olarak kulüpte giydiği 14 numaralı forma emekli edilerek mısırlı golcü onurlandırılmış oldu. kulübü için sezonlarca top koşturup zerre değer verilmeden yollanan veya jübileye zorlanan oyuncuları düşündüğümüzde zidan'ın epey şanslı olduğunu söylemek mümkün.

Tarihten Notlar: Bir Zamanlar Manchester United


manchester united'ın durumunu düşünürsek birazdan bahsedeceğimiz serinin geliştirilebilmesi çok zor görünüyor. yani bundan sonra bir ingiliz takımının çıkıp da manchester united'a karşı üst üste 8 galibiyet alması.

daha önce ingiltere'de dört ligde de şampiyon olan takımlara değinirken preston north end'in adı geçmişti. manchester united'ı üst üste en fazla yenen ingiliz takımı olarak da onları görüyoruz. tarih epey eski olsa da preston için önemli bir istatistik: 1893-1903 arasında iki takımın oynadığı 7 maçı da preston north end kazanmış. bu seriye o yıllarda yaklaşan başka takımlar da olmuş. everton 1892-1906 arasında 6 kez, newcastle united da 1895-1907 arasında 5 kez eli boş yollamış manchester united'ı sahadan. 100 yıl kadar önce manchester united'ın pek de güzel günler geçirmediğini anlamak zor olmasa gerek.

daha yakın tarihteyse manchester united'ı art arda yenen ingiliz takımları arasında chelsea ve liverpool göze batıyor. iki takım da 5 maçlık seri yakalamışlar: chelsea 1960ların sonunda, liverpool ise 2000lerin başında.

100 seneden fazla bir zaman önce manchester united'ı 7 maç üst üste yenen ve o dönemlerin en güçlü takımlarından olan preston north end'in ve manchester united'ın şu anki durumunu görünce de aklımıza sadece külahları değişmek deyimi geliyor.

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails